‘Yazdım, Yazıyorum, Yazacağım’ Kategorisi için Arşiv

Oloji

Yayınlandı: Eylül 16, 2010 / Yazdım, Yazıyorum, Yazacağım

Sosyoloji okumadım, psikoloji de. Gerçi burada yazıyorum diye en azından okur yazar olduğum hissiyatına kapılabiliyorsanız ne mutlu benim için. Amma ve lakin sosyal bir çevrede yaşayan bir insanım, ayrıca da kendimle de acayip kankayım, üstüne üstlük çevremin davranışlarını algılamak yada ortak hislerin bilincinde olmak için illa ki “olojik” bölümler okumak da gerekmediği sığlığına da sığınıyorum. Ee daha n’olsun, sen hala sorguluyor musun ki?

Son zamanlarda insan davranışları üzerine bariz bir takıntı yaşıyorum diyebilirim. Aslen ise kobay olarak kankamı yani bizzat kendimi kullanıyorum demem ve bu gözlem süresi boyunca başka herhangi bir canlıya zarar vermediğimi söylemem gerekebilir (Hani her bilimsel deney sonucunda minnacık bir altyazı geçer ya, o hesaptan ve peşinen).

Neyse efendim ne diyorduk; hah, davranışsal gözlemler yapıyorum falan fişman. Ben aslında bu gözlemlere daha ziyade “ruhsal salatalık” demek istiyorum, yani öyle durduk yerde manasız isimler ile sizi de yormak istemem gerçi ama… Tabi bir de bu olayın “farkında olmak” süreci var ki onu hiç sorma bence, gitsin.

“Ne saçmalıyorsun gene ?”, “ne içip de yazıyorsun sen bakim?” diyenler olduğundan açacağım konuyu. Hatta hazır canlı da incitmiyoruz, bari konuyu bir deşip örnekler ve betimlemeler ile beyninizi vıkvıklayacağım, evet evet vıkvık…

Her insanın kimi zamanlarda yaptığı ritmik yada rutin, belli sekanslarda yaşadıkları ve çoğunlukla farkındalık hissi ile irkildikleri anlar vardır hani. İlk girişim ve ilk takıntılar bu yönde olacak. Sonra da ver elini diğer saçma salak takıntılar. Umuyorum bu davranışlar “ulan lisans iyiydi de şimdi ne bulcam lan ben tez” diyen, yüksek lisans, doktora yapacak sosyoloji, psikoloji öğrencilerine sentez niteliğinde olur. Hadi başlayalım madem, öhöm:
U dönüşü yapan yaya paradigması:

Hepimiz insanız o yüzden birbirimizi kandırmayalım öncelikle. Yani bu hepimizin başına geliyor istisnasız. Bir hedefe giderken, yada sadece yaya yaya yürüyorken aniden ters yöne gidilmesinin gerektiği hususlarda cereyan etmekte. O anda, kişi kendi kendine konuşarak ve neden döndüğünü sesli şekilde ifade etme yöntemiyle insanlara bir nevi açıklama yapma gereksinimi duyuyor. Halbuki diğer insanların çok da s.kindeydi senin neden bir anda döndüğün, dimi efendim? Ama dediğim gibi, ben, sen ve o, biz, siz ve onlar da bunu yapıyor, yapacağız.

“Ahaa, halbukisi beriden kredi kartımı da yatırcağdım”, “layn torbayı almayı unuttum dükkandan, ölece çıktım mal gibi”, yada olay sadece “bu yol daha uzun yaa, niye burdan gidiyodum kiii” şeklinde vücut bulmakta.

Yaptığı u dönüşü sonrası insanların dikkatini çekip açıklama yapmaktan da çekinen bir kitle var ayrıca. Onlar da ayakkabı bağlar, bir dükkana öylesine girer veya sokağın köşesine kadar yürüyüp gerisin geri dönerler çaktırmadan. Ah bir de siz yok musunuz “apansız u dönüşü” insanları…

Şeytan aldı götürdü psikodraması:

Bu davranış biçiminde, kişi resmen çevresindeki insanlara salaklığını beyan etmektedir denilebilir. Genel olarak anahtar, toka ve gözlük olmak üzere çeşitli materyallerin cep telefonu gibi çağrı atılarak bulunamaması psikoloji ile “nereye soktum ağzına z.çtımın meretini” şeklinde sinir harbi yaşanması ile başlar. Çok geçmeden bahsi geçen eşyanın kişinin, elinde, kafasında ve gözünde olduğunu fark etmesi ile de sonuçlanır. Asıl salak kısmı ise kişinin vereceği son tepkidir: “aaah, meğer burdaymış, kihi kihi”…

Kondansatör gülümseme eylemi:

Bu davranış biçimi “u dönüşü paradigmasına benzerliği ile dikkat çeker. Yalnız bu çok bilindik olgu biraz psikopat bir davranış biçimi şeklinde olarak algılanabilir. Bu silsile, toplu taşıtlarda, parkta, kafede ve benzeri kamu alanlarında görülen bir davranış dizisidir. Kişi yalnız bir anında topluma karışmış, bir köşede öylece, her şeyden muzdarip oturmakta, çevresine saçma salak bakınmaktadır. Yalnız böyle durumlarda insan beyninin bir oyunu olarak çevrede olup bitenler sadece rom hafızaya alınır; beyni ise, düşünce, anı, fantezi gibi pozitif dialar ve komik hatıralar denizi ele geçirilmiş durumdadır. Şahıs ansızın kendi kendine sırıttığı hissiyatı ile ayılır, çevresini bir yoklar, yüzündeki o salak ve kocaman gülümsemeyi yavaştan silerek toplum içi duruşunu geri takılır.

Kimi garipler ise bu tip durumlarda sanki gülmüyormuş da dişlerinin arasında kalan bir lif parçasını çıkarmakla uğraşıyormuş hissi vermeye uğraşır. Kimi salak da çevresinde olan bir şeye tebessüm etmişçesine kendi kendine konuşur yada belli bi yere gözlerini dikerek “cık cık” lar veya rol keser, bu sebeple hafif gergin bir gülümseme yüzünde kontrollü olarak devam edebilir. Tabi ki bu ilerleyen rol kesmeler kişimizi aslında olaylar silsilesinden çıkarmayacağı gibi daha da yerin dibine sokmaktadır.

Kahkaha ile uyanma ve travması:

Bahsini açacağımız vuku çok sık görülmemekle beraber, genel olarak insanların uykusunda yaşanması ve sonrasında rüyalar gibi kolay unutulması sebebiyle pek sık rastlanan bir ruhsal salatalık biçimi değildir diyebiliriz. Asıl travma yanı ise yatağı paylaşan bir partner var ise oluşmakta.

Kişimiz, uykusunun en şekerli, en boncuklu, en cafcaflı o ağır bölümünde gördüğü rüyanın etkisiyle kahkahalar atarak uyanır. Hala yatakta olduğu gerçekliğiyle olayı idrak etme süreci yaşar, bu süre zarfında suratındaki saçma gülümsemeyi de ters orantıda geçiştirir.

Bir de dediğim gibi mevcut paralelde uykusundan kalkan bir de partner var ise olayı korku dolu gözler ile takip eder. Sonrasında asıl kişimizin uykusuna geri döndüğünü izleyecek ve yorganı boynuna çekerek fal taşı gibi gözlerle çevreyi kolaçan ederek uyumaya çalışacak veya uykusuna bir başka odada devam etme tercihleri arasında kalacaktır. Aslen bu nevi gülünç bir olayın bu nevi korku tüneli etkisi olarak geri dönmesi tamamen gerilim filmlerinin bir mirasıdır denilebilir. Al yanaklım bu da sana bir tez işte…

Keşif hazzı:

İnsan zihninin mucit ve kaşif yönü gerçekten de çok enteresan. Diğerlerinden farklı olarak bahsi geçen bu durum, tek başına fark edilebilir olması ve kişiyi fazla farkındalık hissi ile bozmaması hususları ile de ayrılabilir.

Genel olarak yaz aylarında görülen olay aslında tamamen sistematiktir. Yatakta soğuk kısımlar bulunması ile Amerika’yı keşfetmiş yada fonografı bulmuşçasına bir kendini beğenme olgusu olarak görülür. Yastığın belli bir oranını belli bir süre kullanarak döndürülmesi kişide Antarktika’yı planlı şekilde geçmiş hissi ile kaplar ve James Clark Ross ile aynı kefede hissetmesine sebebiyet verir. Halbuki hala götünden ter akmaktadır cibilliyetsizin.

Kitapsızlar:

Bir başka takıntı şeklinde görülen hadise ise genel olarak tembelliği fazla abartan tabakada fark edilir. Kitap okumayı bir işkence olarak algılayan veyahut ebeveyn baskısı ile kitaptan soğutulmuş azımsanmayacak bir kitle olduğunu söylememe gerek yok herhalde. Toplumun her yerinde denk geliyorsunuzdur malum, belki de o sizsinizdir hatta. Neyse efendim genel olarak bu takıntının tabanını bu zümre oluşturur işte, sen gerisini yoksay(Bir de vurdumduymazlar vardır onları hiç açmıyorum bile).

Biliyorsunuz belli zamanlarda toplumda yer etmiş, daha doğrusu çok konuşulmuş, hemen herkesin elinde dolanan ve bir de birbirlerine pasladıkları kitaplar olur. Tabi bu bir kitabı okuyup paslama işi ayrı bir sosyolojik olgudur ya neyse… İşte bahsettiğimiz bu kitle bu kitapları çok ama çok merak eder. Ama kitabı okuyabilecek kadar merakına yenik düşemeyecek derece de okuma tembelidirler. İşte bu tip durumlarda içine sığındıkları tutum ise: “amaan, nasıl olsa 2-3 sene sonra filmini çekerler bunun” şeklindedir.

***

***

***

Eeh, şimdilik herkes için bu kadar ruhsal sıkıntı yeter, umuyorum sen de kendinden bir şey bulmuştur. Bulamadıysanız da size yuh olsun, robot gibi yaşamayın biraz insan olun, biraz kontrolü elinizden bırakın diyebiliyorum. Yada en güzeli kendinizi biraz iyi tanıyın, biraz kendinizle dost oldun, yavşaklık edip dışarı felan çıkın beraber, işte bana sormayın da asıl bu ne sıkıntıdır tanrım, oooy.

En azından şimdilik bu kadar sentez yeter diyerek bir yazımızın daha sonuna geliyoruz gene anlamsız cümle kırıntıları ile ve Sezen Cumhur Önal tarzı sevgi kelebeği dilekleriyle…

...insan tam dört dörtlük gelmiyor tabi dünyaya...

…insan tam dört dörtlük gelmiyor tabi dünyaya

Blog Dünyasına Giriş

Yayınlandı: Ağustos 24, 2010 / Yazdım, Yazıyorum, Yazacağım

Yazınsal olarak bir şeyler paylaşmayı çok severim, güncel olaylar hakkında düzenli olarak yazmayı da… Ama bunlar genellikle arkadaş çevresinden öteye taşmazdı, aynı arkadaşlarımın fikirlerimi ve yazılarımı internet dünyasıyla paylaşmamı teklif etmeleriyle blog dünyasına adımımı attım.

Bu blogda sizlere kendi yazılarımı sunmaktan mutluluk duyarım…
Daha çok güncel konulara ilişkin yazılarımın yer alacağı bu blogda internet dünyasından son yenilikler, görülmesi gereken siteler gibi bir çok konu yer alacak…
Sizlerde beni yorumlarınızla ve istek, öneri, şikayetlerinizle yalnız bırakmazsanız çok mutlu olurum …
Elimden geleni yapacağıma inanabilirsiniz…